Öze Dönüş Yolculuğunda Ahlakın Katkısı

Öze Dönüş Yolculuğunda Ahlakın Katkısı

Öze Dönüş Yolculuğunda Ahlakın Katkısı

Çocukların ilk eğitiminin aileden geçtiği herkesin malumu olan bir vakıa. Bir birey olarak ileride kesb edeceği değerler manzumesi, prensipleri ve hayatına yön verecek ahlaki yapının temelleri, aile ile birlikte geçirdiği dönemde atılır. Daha doğrusu atılması beklenir. Ancak çocuklar, hayatlarının önemli bir dönüm noktası olan okul yaşına geldiklerinde başka dinamiklerin de ortaya çıktığını biliyoruz. Çocuk kavramının yanına artık “öğrenci” kavramının da gelmesi, öğrenme eyleminin farklı kanallar yoluyla da yapılması, okul çatısı altında farklı karakterlerdeki arkadaşlardan edineceği “akran öğrenmesi” de dâhil olmak üzere değişik öğrenme şekillerine maruz kalma söz konusudur artık. Ancak bu dönemde, akademik bilgiden ziyade toplumsal kuralların öğretildiği, birlikte yaşam, paylaşma, sorumluluk alma gibi topluma dair alışkanlıkların ve kültürlerin öğretiminin ön plana geçtiğini görüyoruz.

Ebeveynlerdeki beklentinin de bu yönde olduğunu gözlemlemekteyiz. Ancak günümüzde bir kesim öyle bir noktaya gelindi ki, bu grubun gözünde geçmişten günümüze süregelen değer yargılarımız, kültürümüz, hayata bakış açımız ve eşya ile olan ilişkimiz büyük bir paradigmal değişim geçirdi. İlkokuldan liseye kadar çocuklarımıza eğitim namına verdiklerimiz, ancak sınav hazırlığına indirgendi; kadim geçmişimizin başlıca ana baba öğüdü olan “adam olma, iyi insan olma” telkinleri yerini “sınavda derece yapma, herkesi geçme, bir numara olma” hedeflerine dönüştü. Oyun oynarken, paylaşmayı, duygudaşlığı, empatiyi, inisiyatif almayı, birlikte hareket etmeyi öğrenmesi gereken çocuklar, “bir numara” olabilmek için toplumdan soyutlanmaya, arkadaşını rakip olarak görmeye, öğrendiklerini sadece kendisine saklamaya başlayan tuhaf bir neslin doyumsuz bireyleri haline gelmeye başladılar.

Sorumluluk almalarına izin verilmediği ve istekleri her an yerine getirildiği için doyumsuz, bencil, temel yaşam becerilerinin önemli bir kısmını haiz olmayan ve bir takım yazarlar tarafından “Ş Nesli, I Nesli”, ya da teknoloji içerisine doğdukları ve teknolojik araçları kolaylıkla kullanabilmelerinden mütevellit “Digital Native (Dijital Yerli)” gibi tanımlamalarla anılmaya başladılar.

Milletlerin geleceklerini yetiştirdikleri genç nesillerin belirlediği ve geleceğin onlara emanet edildiği gerçeği göz önüne alındığında günümüz eğitimcisinin önünde ciddi bir mevzu olduğu aşikardır. Günümüz eğitimcilerinin, psikologlarının, psikiyatristlerinin göz ardı edemeyeceği bu mesele, layıkıyla ele alınmadığı müddetçe giderek girift bir hal alacak ve çözüme kavuşturulma ihtimali zayıflayacaktır. Bu mesele, yetiştirdiğimiz neslin akademik gelişiminden ziyade karakter gelişimine odaklanmak, değer yargılarımızla mücehhez kılmak, vizyon vermek, hedef belirlemek ve bir “insan” olarak yetişmelerini sağlamaktır. Bu mesele, açlıktan mülteci sorununa, küresel çevre felaketinden iklim değişikliğine, ekonomik krizlerden çıkar çatışmalarına kadar ülkemizin ve içinde yaşadığımız dünyanın ciddi sorunlarla boğuştuğu bir dönemde onlara farkındalık kazandırmak, bizi millet yapan kadim kültürümüzün dinamiklerini içselleştirmelerini sağlamaktır. Yaradılış itibariyle sorumluluk ve inisiyatif almaya hazır insanoğlunu doğuştan itibaren, insani özelliklerinin ön plana çıktığı, “akleden kalbe” sahip bir anlayışın şekillendireceği dünyayı kurmaya namzet yetiştirmek sorumluluğudur bu mesele.

Modern dünyanın özünden giderek uzaklaşması sonucu dünyamızın yaşadığı kargaşadan çıkabilmesinin belki de tek yolu çocuklarımızı o temiz özlerine döndürmek, bir ahlak çerçevesinde onları sarıp sarmalamak olacaktır. Ancak en az bu sorun kadar müşkül bir başka vakıa da şu ki ahlak merkezli bir eğitimin verilmesinde görev alacak eğitimcilerin her şeyden önce bu sorunu kendi içlerinde kabullenmeleri, sonrasında da çözümü için gayret göstermeleri ve bu gayretlerinde ısrarcı olmaları gerekiyor.

Eğitimcilerimizin karşısındaki bir güçlük de bu zorlu sürece ebeveynleri katmak şeklinde olacaktır muhtemelen. Zira anne babaların, “çocuklarının iyiliği”ni düşünürken sadece dünyevi anlamda mutlulukları için uğraşmaları ve gayret göstermeleri şeklinde bir bakış açıları oluyor. Hâlbuki çocuklarının dünya hayatındaki mutluluklarının da sevginin, saygının, adaletin, edebin, sorumluluğun ve her şeyden önemlisi merhametin hâkim olduğu; sabır, tevekkül, şükür gibi değerlerimizle kuşatıldığı bir bakış açısıyla şekillenen atmosferde yetişmesinden geçtiğini ailelere de fark ettirmek gerekiyor.

Eğitimcilerimizin çocuklarımıza ahlaklı olma prensibi noktasında yapabilecekleri en güzel şey onları “normal olan” ile tanıştırmaktır. Diğer adımlar ise; fıtratlarıyla, özleriyle tanıştırmak, insanlığa örnek teşkil etmiş medeniyetimizden güzel misaller vermek, güzel insanlarla bir araya getirmek ve insani değerlerimizle insan olduğumuz gerçeğini kalplerine nakşetmektir.

Verilen bilginin mukayeseli olarak öğretilmesi, doğu-batı dengesinin kurulmasını da beraberinde getiriyor. Yine ahlak dairesi içinde günlük hayata dokunulması, disiplinler arasında bağlantı kurulması ve belli bir estetik bakış açısının da verilmesi ayrıca önem arz eden hususlar. Adab-ı muaşeret temelinde gündelik hayatı ve insan ilişkilerini düzenleme becerisinin de ayrıca kazandırılması elzem bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Ancak bu, daha önce zikrettiğimiz gibi ebeveynlerin de işin içine katılmadığı zaman başarı şansı düşük bir adım olacaktır. Anne babanın doğru yönlendirilmesi, okulda verilen değerlerin evde de mevz-u bahis edilmesi, ondan da öte bizatihi yaşanması, aile içinde tatbik edilmesi ve rol model olarak anne babanın meselenin farkında olması oldukça önemlidir. Bu meşakkatli ama getireceği sonuç bakımından çekilen meşakkate değecek sürecin işletilmesi, zincirin halkaları misali birbirlerine bağlı adımlardır.

Bu minvalde, eğitimcilerimizin işi epey zor. Ancak bu zorluğa mukabil yapılan işin ehemmiyeti, çocuklarımızda neşet edecek güzel hâl ve hareketlerin, edinecekleri güzel alışkanlıkların milletimiz ve insanlık adına bir ümit kıvılcımı olacağı gerçeğini düşününce tüm bunlara değeceğine eminiz. Eğitimcilerimizin bu anlamda en büyük ödevi, ahlaki prensiplerin çocuklarımızın yetişmesinde temel unsur olarak görülmesini ve bu minvalde hareket edilmesini bir not olarak yol haritalarında bulundurmaları olacaktır.

Fatih Nida Üye

NUN Okulları Kurucu Temsilcisi