Kültürlerarası Anlayış

Kültürlerarası Anlayış

“Dünyanın neredeyse her yerinde farklı din ve kültüre sahip insanlar yan yana yaşıyor ve birçoğumuzun örtüşen kimlikleri bizi farklı gruplar içerisinde bir araya getiriyor. Olduğumuz kişiyi, olmadığımız kişiden ve şeyden nefret etmeden sevebiliriz. Kendi geleneklerimizde gelişip aynı zamanda başkalarından ders alabilir ve nihayetinde onların öğretilerine saygı duyabiliriz.” 

- Kofi Annan

Geçenlerde dil dersimde çok stres verici ama bir o kadar da eğitici bir durumla karşılaştım. Öğrencilerime ‘düzenli’ ve ‘düzensiz’ sözcüklerini öğretmeye çalışıyordum. Bu iki sözcüğü mükemmel anlattığını düşündüğüm iki resim seçmiştim. Ancak darbe hiç beklemediğim yerden geldi: Kusursuz biçimde temiz ve tertipli bir odada, resmi seçerken fark etmediğim bir çift ayakkabı gördüler. Yönlendirici sorularımla öğrencilerime ‘düzenli’ kelimesini söyletmeye çalışsam da bana odanın kirli ve kişinin pis olduğunu söyleyip durdular. Ben de sormayı bırakıp acaba benimle dalga mı geçiyorlar diye sordum. Öğrencilerim şiddetli bir biçimde annelerinin o şekilde eve girmelerine bile izin vermeyeceğini ve odalarına ayakkabıyla girseler başlarının nasıl sıkıntıya gireceğini söylüyorlardı. Onları, evde ayakkabı giymenin sorun olmadığı Amerikan kültüründen ve öğrencilerin okul kapısında ayakkabılarını çıkardığı Tayland kültüründen örnekler vererek ikna etmeye çalıştım. Ama bir türlü sakinleşmediler ve ‘düzenli’ sözcüğünü bu resim üzerinden öğrenmeyi reddettiler.

Bugünlerdeyse aklımı kurcalayan bir düşünce var: Sınıfa bir dil öğretmeni olarak girdiğimde öğrencilerime yalnızca dil öğrenme tecrübesi sunarak mı öğretmenlik mi yapıyorum? Rus öz geçmişim, öğretme şeklimi, Türk ve Ürdünlü öğrencilerimin algılarını etkiliyor mu? Öğrencilerime nasıl davranıyorum? Derslerimde kendilerini saygın ve değerli hissediyorlar mı? Türk, Amerikan ve İranlı meslektaşlarımla çalışırken hepimiz sadece dil eğitim görevlileri olarak mı iş görüyoruz yoksa kültürel algılarımızı da iş birliği yaparken ve iş üretirken mi ortaya koyuyoruz? Meslektaşlarım kişiliklerinin ve işlerinin değerli ve saygın olduğunu hissediyorlar mı? Dil öğretmenliği alanında üniversite diplomamız varsa ve öğrencilerimiz neden dil öğrendiklerini biliyorlarsa nereden geldiğimiz üzerine kafa yormalı mıyız? Nasıl davranmalıyız? Kimlerin etik değerlerini nasıl takip etmeliyiz? Dil sınıflarımızdaki etkileşimlerimizi etkileyebilecek kültürlerarası iletişim hakkındaki fikirleri tartışarak, bu sorulardan hiç değilse bazılarına yanıtlar bulmaya çalışacağım.

Dilin bir kültürün parçası ve yansıması olduğu su götürmez bir gerçek. Yıllardır eğitmenler dil öğretmenin o dilin kültürünü öğretmek anlamına geldiğinden bahsediyorlar. Ancak eğitimin küreselleşmesiyle birlikte, olay dile hâkim olmaktan ve genel kültür bilgisine sahip olmaktan, öğrencilerin ve öğretmenlerin geldiği kültüre karşı sürekli bir duyarlılık sahibi olmaya doğru kayıyor. Collins Sözlüğü’ne göre kişinin kültürel duyarlılığı, başka ülkelerden veya sosyal çevrelerden gelen insanlarla kendisi arasındaki farkları ne kadar anladığına bağlıdır; özellikle de tutum ve değerler konusunda. Uluslararası sınıflarımız ve öğretim üyelerimiz olduğu sürece, kültürel duyarlılığın üzerine düşmemiz gerektiğini göz ardı edemeyiz.

Burada sizden şu soruları düşünmenizi isteyeceğim: Eğer sınıf öğretmenle birlikte 3, 4 veya daha fazla kültürel çeşitliliğe sahipse, sınıf iletişimimizi nasıl inşa etmeliyiz? Farklı dillere ve dolayısıyla farklı kültürel birikimlere sahip öğrencilerimizle etkileşime geçmenin en iyi yolu nedir? Kendi bildiğimizi mi yapmalıyız? Çoğunluğun geldiği kültürü mü benimsemeliyiz? Her kesim orta yolu mu bulmalı? Bu sorular, cevapları için düşünce gerektiren sorular; özellikle de IB’nin “kültürlerarası anlayış ve saygı çerçevesinde daha iyi ve daha huzurlu bir dünya için genç insanlar yetiştirme” misyonuna hizmet etmek istiyorsak.

IB standartlarına göre kültürel duyarlılık, uluslararası düşünebilirlik olarak addedilmektedir. IB eğitiminin öğrencilerin kendi bakış açılarını, kültürlerini ve kimliklerini yansıtmalarına yardım ederek uluslararası düşünebilirliği teşvik ettiği iddia ediliyor. Farklı inançlara, değerlere ve tecrübelere değer vermeyi, kültürler ve ilimler üzerine düşünmeyi ve iş birliği yapmayı öğrenerek, IB öğrencileri daha huzurlu ve sürdürülebilir bir dünya için gereken anlayışı kazanmış oluyor. Pek,I, bu konuda öğrencilere kim yol gösteriyor? Farklı kültürlerden gelen öğretmenlerin aynı düşünceye ve anlayışa odaklanmaları mı bekleniyor? Biz, öğretmenler olarak, buna hazır mıyız?

Şuana dek, cevapladıklarımdan daha fazla soru sordum. Ancak kültürel anlayışın öğrenciler ve öğretmenler arasında, farklı çevrelerden gelen eğitmenler ve çeşitli kültürel farklılıklara sahip öğrenciler arasında köprü kurmamıza yardım edebilecek birkaç yönünün olduğuna inanıyorum. Kültürel duyarlılık, dil öğreniminde genellikle beşinci beceri olarak görülür. Ders planlarımız ve eğitim kurumu içindeki (ve ötesindeki) etkileşimlerimiz, iletişim kurulacak katılımcıların kültürel birikimleri dikkate alınarak oluşturulmalıdır. Böylece, herkesin diğer katılımcıların kültürüne -kendi değerlerini ve inançlarını bükmek zorunda kalmadan- saygı duyabileceği başarılı bir sınıf ve üretken bir takım oluşturulabilir. Sonuç olarak biz öğretmenler de gerek sınıf aktivitelerini yürütürken olsun, gerek meslektaşlarımızla etkileşime geçerken veya uluslararası öğrencilerle aktiviteler düzenlerken olsun, bunları öğrencilerimizin sınıfa getirdiği kültürel değerler çerçevesinde oluşturmalıyız. Bunların birkaçından bahsedeceğim.

İlkinden başlayalım. Deborah Tannen, Pragmatics of Cross-Cultural Communication adlı makalesinde iki tane başlıca iletişim tarzından bahseder: Yüksek-katılımlı ve yüksek-saygılı. Yüksek-katılımlı tarz, grup üyeliği yoluyla kendini ifade etmektir, seri bir konuşma hızı vardır ve daha hızlı konuşma sırası, söz kesme ve iş birlikçi zemin (iş birlikçi zemin bir konuşmacının bitirdiği yerden diğerinin devam etmesine denir) vardır. Diğer deyişle, doğrudan kültürdür. Fakat tüm bu nitelikler yüksek-saygılı tarza sahip insanlar tarafından kaba görülür. Çünkü bu tarzda daha uzun duraklamalar vardır ve dolayısıyla konuşma sırası daha yavaştır. Bu iletişim tarzına sahip insanların konuşma hızları da daha yavaştır ve aynı anda konuşmaktan kaçınırlar. Şimdi bir düşünün: Sizin kültürünüzde hangi tarz daha baskın? Öğrencileriniz ve meslektaşlarınızda durum nasıl?

İletişime ek olarak, tercih edilen veya varsayılan insan ilişkileri de göz önünde bulundurulmalı. Kültürünüzün yüz-sistemi ne? Çevrenizdeki insanlarla iletişime geçme şekliniz, onların yüksek bağlamlı kültürden mi yoksa düşük bağlamlı kültürden mi geldiklerini kontrol etmenizi gerektirebilir. Yüksek bağlamlı kültürlerde insanları yüzlerine karşı veya sosyal itibarlarını zedeleyecek şekilde tehdit etmemek önemlidir. Bu yüzden verilmek istenen mesaj genelde fiziksel ortamla, sözsüz iletişimle ve muhatabın sözsüz mesajı anlayacağı beklentisiyle verilir. Tepkiler saklı kalacaktır. Düşük bağlamlı kültürlerdeyse düşünceler sözle veya tepkiyle açıkça ifade edilir ve yoruma açık bir şey kalmaz. Bir dahaki sefere öğrencinize bir aktivite önerdiğinizde veya sadece konuşmak istediğinizde, öğretmeninize, arkadaşınıza veya meslektaşınıza hitap edeceğinizde, bir anlığına durun ve yüzlerini saklamalarına izin verip vermediğinizi düşünün. Eğer biri sizin öz saygınızı tehdit ediyorsa, karşınızdakinin kültürel değerlerini eksiltmeden yaklaşımını yeniden gözden geçirmesini saygılı ve profesyonelce nasıl sağlayabilirsiniz?

Grup çalışması atadığınızda insanların buna nasıl tepki vereceğini sık düşünüyor musunuz? Düşünmüyorsanız, düşünmeniz gerekebilir. Kültürler, bireysel özerklik konusunda farklı görüşlere sahiptir. Bireyci topluluklarda birey, birincil motivasyon kaynağıdır; dolayısıyla da bağımsızlık, mahremiyet, kendilik ve çok önemli ‘ben’ kavramı, davranışların ana örüntüsünü oluşturur. Kararlar, birey için ne iyiyse ona göre alınır. Öte yandan kolektivist topluluklar, gruba sadakat gerektirir; birey, teşkilatlara ve kuruluşlara bağımlıdır; “biz” bilinci vardır; grubun bireyi gözetmesi ve onunla ilgilenmesi beklenir. Sonuç olarak, bireyci kültürden gelen bir öğrenci öğretmene daha çok soru sorabilir ve kişiler arası sorunlarda yüzleşmeci yöntemler kullanabilir. Kolektivist odaklı topluluklar öğretmene daha az soru sorarlar, sorunlarla başa çıkarken kaçınmaya, aracılara veya başka vaziyet kurtarıcı yöntemlere başvururlar. Olaya bir de dil bazında bakın: İngilizcede ‘I’ büyük harflidir; Rusçada ‘Вы’ olarak geçer (siz de Türkçede yaşça büyüklerinize veya üstlerinize ‘siz’- şeklinde hitap edersiniz). Siz çevrenizdeki insanları nasıl tanımlardınız? Daha çok bireyciler mi yoksa kolektivistler mi?

Zaman oryantasyonu, biz öğretmenler için son teslim tarihi atarken karşılaştığımız sorunlardan biri. Etrafımızdaki insanların zamanla ilgili sorunları kişisel mi yoksa bu kültürlerinden gelen bir şey mi? Yüksek bağlamlı (kolektivist, dolaylı) kültürlerde zaman daha geniş ve basit görülür. İnsanların ihtiyaçları öncelik olarak görülür ve zaman da buna göre esnetilebilir. Düşük bağlamlı (bireyci, doğrudan) topluluklardaysa zaman son derece planlı ve değerlidir. Etrafınızdaki insanlara son teslim tarihlerinin ve dakikliğin önemini, onları umursamayan soğuk biri olduğunuzu düşündürmeden nasıl açıklayabilirsiniz?

Her gün aynı amaç uğruna bağların kurulduğu birbirine bağlı bu dünyada ve sınıf ortamında, dikkate ve düşünmeye değer daha birçok kültürel etken bulunuyor. Bunların bazılarını farklı kültürler için karşılaştırmalı olarak şu linkte bulabilirsiniz: https://www.hofstede-insights.com/country-comparison/iran,russia,turkey,the-usa/.

Son olarak kültürel dağılımların toplumdan uzak değil, tek bir bütün olarak anlaşılabilir olduklarını unutmayın. İlk önce içinde bulunduğunuz kültürün kültürel dağılımlara nasıl oturduğunu düşünmeli, ondan sonra siz birey olarak o dağılımlara nasıl oturduğunuzu belirlemelisiniz. Siz içinde bulunduğunuz kültürün tipik bir temsilcisi olmak zorunda olmadığınız gibi, etkileşimde bulunduğunuz kişi de kültürel grubundaki diğer üyelerden farklı olabilir. Kültürlerarası yeterlilik, kültürel duyarlılık veya uluslararası düşünebilirliğiniz üzerinde çalışmak, bu kültürlerarası örnekler arasında size uygun yeri bulmanıza yardımcı olabilir. Yerinizi bulmanız, size sınıfınızda ne tür aktiviteler yapacağınız, öğrencilerinizle veya meslektaşlarınızla nasıl etkileşime geçebileceğiniz ve hangi karşılıkları alabileceğiniz konusunda farkındalığınızı artıracaktır. İkinci dille birlikte ikinci bir kültürü tanıtırken, Sharon Kay Penman’ın şu sözlerini de aklınızdan çıkarmayın: “İki dünya arasında çıkmaza düşmek kolay olmasa da asıl acı gerçek ikisinde de hiçbir zaman tamamen rahat edemeyecek olmamızdır.”

  1. W. Lustig, J. Koester. Intercultural Competence. 5th edition, Pearson, 2006.

What is an IB education? Retrieved from https://www.ibo.org/globalassets/what-is-an-ib-education-2017-en.pdf

  1. Tannen. The Pragmatics of Cross-Cultural Communication. Applied Linguistics, Volume 5, Issue 3, Autumn 1984, pages 189-195.

 

Natalia Kozyakova

NUN Okulları İngilizce Öğretmeni